27 Eylül 2021 Pazartesi

Sakıp Ağa
















Bir ara sevindirdiniz beni. Yazacaksınız diye epeyi ümitlenmiştim. Tamam, anladım. Ben zaten facebook, twitter falan yazıyorum diyorsunuz. Ama anlatıcılık öyle bir şey değil. Yüz yüze olmak gerekir. Ben size anlatıyorum mesela. Nerdeyse hepinizle yüzyüze oluyorum. Hem teşekkür borçlusunuz bana. 40 yıl önceki yüzlerinize karşı anlatıyorum. Gencecik, sağlıklı, henüz gülebilen yüzlerinize. Onu hatırlıyorum çünkü. Hafızam öyle çalışıyor. Mesela lise arkadaşlarımı, taa o zaman ki yüzleriyle hatırlıyorum. Daha kötüsü ilkokul arkadaşlarımı küçük birer çocuk olarak. Kiminle zaman içinde karşılaşsak, o gördüğüm son hali olmuyor kafamda. Hem zaten 60 lı yaşlarında bir yüzü gördüğün halde baktığın yüzün hep 18 yaşında görünmesinde ayrı bir güzellik var.

Neyse, yazın yahu ne olur. Söz veriyorum ben yazacağım. Memleket manzaralarından da bahsedeceğim, kendi hikayelerimden de. Anılar da olacak içinde. Sıkılırsanız söyleyin ama. Çünkü bildiğiniz oturup yazıyorum. Önce yazıp sonra kopyala-yapıştır yapmıyorum. Çalakalem yani. O yüzden söyleyin. Bir yerde durayım. 😁

Ama siz de yazın. Herkesin belki de unuttuğu hikayeleri vardır. Göçmenlik hikayeleri iyiydi ya işte. Kabul ediyorum, artık eskisi gibi her an yeni bir macera yaşamıyoruz. Genç değiliz artık. Durmuş oturmuş da olsa bizim de yaşadığımız heyecanlar var 😎😁. Vardır yani. Sizi gaza getirmek için ilk ben yazacağım. Şu köpekleri çişe götürüp geri gelince başlayacağım. Tabi bir fincan çay alıp, oturunca. Hatta aklıma eski bir anı geldi. Sakıp ağa ile ilgili. Görüşürüz...














Sanıyorum 89 yılıydı. Hep yaptığım gibi koca bir bardak çay alıp, İstanbul televizyonunun manzarasında sigaramı tüttürmeye çıkmıştım. Bilirsiniz, TRT hâlâ o şahane manzaraya hakim yerinde ama galiba Ayazağa bölgesine taşıyacaklar 😪. 
Neyse, konumuza dönelim. Atlı Köşk'te Sakıp Sabancı ile bir sohbet yapılacak. Dramatik ögeler falan var. Gidip bunu sen çek dediler. Orada işler nasıl yürüyor, bu başka bir yazı konusu. Bırakalım şimdi. Neyse ekiple birlikte yola çıktık. Atlı Köşke vardık. Bir yandan kafamda tasarlıyorum. Çünkü kafamda bir Sakıp Sabancı imajı var. Çok da sinirime dokunuyor. Benim için zor bir gün olacak diyorum. Bilenler bilir. Hem daha gencim hem de fevri biriyim. Tutamam kendimi diye endişeliyim. Kesin bir sorun çıkacağı inancını yaşıyorum. Ağa bizi kapıda karşıladı. İçimden numaracı herif diye söyleniyorum. Bir yandan da o güne kadar 75 kadar videoclip yönetmişim ama kendime güvenim her zaman olduğu gibi sınırsız gelmiyor gözüme.

Neyse, oturduk. Uzunca bir sohbet oldu. Adama olan bir kızgınlığım var ya, o bile geride kaldı. Araları nasıl dolduracağım hep onu düşünüyorum. Alt kattayız. Her yer resim galerisi gibi. Ayvazovski bu kadar resim yaptığından habersiz diyorum kendime.
Uzunca sürdü iş. Sakıp Ağa yardımcıya çay söyledi. Hem acıkmışım hem de çişim gelmiş bir yandan da. Yardımcı çaylar için çıkınca fırsattan istifade izin istedim. Atlı köşkün alt katı dev bir salon. Mecburen tuvaletin yerini sordum. Ağa bana tarif etti. Misafir tuvaleti varmış. Uzun bir yürüyüş yaptım ve tuvaleti buldum. Bir şok daha yaşadım orada. Kapıyı açıp içeri girince sağlı sollu Ayvazovskiler duvarlarda! Kabine girene kadar insan nerede olduğunu unutuyor. Neyse çiş iyice sıkıştırınca kendimi son kapının ardına atıverdim. Ulan bu ne?! Klozetin ardındaki duvarda bahsini bile duymadığım bir Ayvazovski karşıladı beni. Aklınızda olsun. İşinizi ya evinizde görün ya da sağda solda pek bir şey içmeyin. İnsan o resmin karşısında ne yapacağını bilemiyor.

Tabi bir yandan kapitalizmin zararları ve temsilcileri hakkında kendime bir söylev çekerken bir taraftan da resmin muhteşemliği karşısında aklım karışıyor. Uzatmayalım. İçerideki manzarayı anlatmak istedim, kusura bakmayın. Çıktığımda soğuk çaylar gelmişti ve uşak! beni bekliyordu. Ağa tepemde duran adama, 

Yahu Şu Emirgan fırınından geçende aldığınız poğaçalar ne oldu getir de yiyelim 
dedi. Al işte! Sinirlerim zıpladı yine. P...k bize bayat şeyler yedirecek diye ağzım burnum oynamaya başladı. Tamam şimdi tutamayacağım kendimi derken görevli 

Efendim onlar bayattır artık 
demez mi 😳. Boşver dedi ağa, çaktırmadan ağzının içinde mikrodalgada ısıtıver. Kimse anlamaz dedi. Yahu ben o tarihte Kızıltoprak da bir bekar evi tutmuşum. Microdalga falan da bilmiyorum. 

Ne diyor bu 
merakım kafama takıldığı için yeteri kadar bu kapitaliste dersini veremediğim için de huzursuzum zaten. Neyse ki henüz sigara içmek yasak değil. Hemen sakinleşmek için bir sigara yakıp rahatladım. 

Hadi gel 
dedi ağa bana. Yukarı çıkalım, ailemle tanış. Merdivenlerden çıkınca kapısı açık ilk odada kızlarıyla tanıştırıldım. Ve sonra zurnanın zort dediği yere geldik.
Ben de biliyorum, zırt dediği yer olduğunu ama durum tam olarak zort! Hemen yandaki odada bir tekerlekli iskemleyle hareketlenen bir genç bizi yolda karşıladı. Görüntüsü felaket idi. Ağa bana işte bu da oğlum dedi. Çok şaşkındım. Dahası birden adam bana sımsıkı sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başlamaz mı?!

Yahu daha gelirken yolda kendine vaaz veriyordun be adam. Ne olacak şimdi diye geçirdim içimden.
89 un o gününden bu yaşıma kadar öğrendiğim en gerçek şey şudur: Sen dertlerinle hep kendine acırken bilmen gereken gözünle görmesen bile her evde başka dertler olacağı gerçeğidir.

Evet kapitalizm berbat bir şey, kapitalistler boktan adamlar. Ama bu dünyanın en düşünülmesi gereken sorunu iyi bir insan olmakta. Dertlerinizden kaçmayın, hatalarınızdan da. Kısacık, boktan bir hayatımız var. Buna rağmen bu kısa hayatı iyi bir insan olmak ve yaşamın mutlu anlarını hatırlamakla, çoğaltmakla güzelleşeceğini unutmamak gerekiyor.

Herkesten bir şey öğreniyor insan.
Kimse mutlu olmanın ne olduğunu öğretemez ama paylaşabilir. Ve o zaman paylaşmak mutluluk vericidir.

Uzun konuştum. Teşekkür ederim dinleriniz ya da okudunuz. Zamanınızı paylaştınız yani. Siz olmasanız bile ben mutlu oldum.
Share:

Related Posts: