31 Ağustos 2021 Salı

Xhanthos, Likya

Bugün Xhanthos'u anlatayım biraz...



Likya'daki tüm şehirler içinde belki de en romantik olanıdır Xhanthos...


Daha kolay olsun diye Ksanthos diye söyleyelim devamında. Ksanthos ırmağı -günümüzün Eşen Çayı- Likya'nın en önemli ırmağıdır. Homeros tarafından değinilmek ayrıcalığına sahip olan bu nehir, güçlü akıntısıyla da bilinir. Ksanthos 'un batı yakasını çevreler...










Ksanthos Likya'nın tüm zamanlarının en büyük şehridir. Hatta Heredot, Likya ile Ksanthos'u eş anlamlı gibi ele alır. Kuruluşu ile ilgili kesin bilgiler yoktur. Geç dönem yazarları kurucuları olarak Arnos ve Ksanthostan söz ederler.

Batı dünyasında tanınması Sir Charles Fellows yardımıyla olmuştur. 1838 olsa gerek ilk gezisi. Ve iki yol sonra bir gezi daha yapmıştır.

Özellikle Likya heykeltraşlık eserlerinden çok etkilenmiş ve günlüklerini yayınlamıştır. 1842' de iki ay süren, denizciler tarafından yaklaşık 70 kasa kadar eser taşınmış ve British Museum'a götürmüşlerdir. Ksanthos salonu müzenin en popüler yerlerinden biri olmuştur.

Yapılan yağmadan sonra bile Likya'nın en gösterişli yerleşimi olmayı sürdürür Ksanthos... 1950 Fransızların başlattığı çalışmalara kadar burada usülüne uygun bir kazı yapılmamıştır.

Ksanthos ile ilgili ilk hikaye, Pers generali Harpagos tarafından işgalidir.
Karia'dan Ksanthos vadisine geçen generale burada Likyalılar karşı koymuşlardır.
Ksanthoslular büyük bir farkla yenilmiş, şehirlerine hapsedilmiş,karılarını ve çocuklarını alanlar Akropole çıkmışlar ve herşeyi ateşe vermişler... Daha sonra ileri atılanlar da savaşırken ölmüşlerdir...

Heredot, bu olay sırasında ölenlerin kendilerini Ksanthoslu olarak adlandıranlar değil yabancılar olduklarını söyler.
Kurtulanların tümü yaklaşık 80 kadar ailedir ve onlar da bu gün olduğu gibi yazın yaylalara göçenlerin yaptığını yapanlar olduğunu söyler.

Şehrin bu katliamı atlatması uzun sürmez. 5.yy da inşa edilen anıtlar bize bunu kanıtlamaktadır.
MÖ. 334 de İskender'in gelişine kadar huzurlu bir hayat sürerler

Bir başka ilginç hikaye şöyle: İskender bölgede iken Ksanthos'a yakın bir su kaynağı birden kabarır ve üzerinde Pers İmparatorluğunun Yunanlar tarafından ortadan kaldırılacağı yazılı bir bronz tableti dışarı fırlatır. İskender bundan cesaret alarak Kilikya'ya kadar olan tüm kıyıyı Perslerden temizlemek için harekete geçer...

MÖ I.yy da, Roma iç savaşları sırasında Ksanthoslular ikinci melodramatik cehennemi yaşarlar. Bu olayı uzun anlatmak gerekir mi bilmiyorum. Ama Ksanthos'u gezen ya da gezecek olanların bilmesinde fayda var. Şimdi biraz ara...

MÖ.42 de Brutus Likya'ya gelir. Bunu gören Ksanthoslular önce şehrin banliyölerini tahrip ederler. Maceralı bir kuşatma, savaş sürmektedir. Nihayet günün sonunda Romalılar şehre girer. Bunu gören Ksanthoslular evlerine koşar ve karşı koymaksızın bekleyen ailelerini öldürürler. Bunu duyan Brutus üzülür ve adamlarına geri çekilmelerini emreder.

Bu sırada ateşkes önerir. Bu teklifi şiddetle reddeden şehir halkı, önceden hazırladıkları odunların üzerine tüm varlıklarını atarak ateşe verirler.
Sanırım Plutarkhos olacaktı. Onun anlattığı bir öykü melodramın derinliğini iyice arttırmaktadır.Şöyleydi galiba Plutarkhos'un Şehir düştükten sonra, "bir kadının boynundan sarkan ölü çocuğu ile birlikte bir ilmeğin ucunda asılı iken, yanan bir meşale ile evini ateşe verdiğini" gördüğünü anlattığı bir hikaye var.

Bunu duyan Brutus gözyaşlarına gömülmüş ve bir Likyalıyı bu yıkımdan kurtaracak her askerini ödüllendireceğini söylemiştir.
Bu grotesk müdafaa, esir alınamamazlık durumu Ksanthoslular ile eşi görülmemiş bir bağ kurmamıza sebep oluyor.
Neyse, şehri anlatalım biraz da...

Şehrin batı kısmında iki Likya anıtı bulunuyor.



1.
Anıt röliyeflerle süslenmiştir. Bunlar Charles Fellows tarafından sökülmüştür. Ne yazık ki British Museum'dadır. Türk otoriteler anıtın orijinalliğini bir dereceye kadar geri kazanmak için kabartmaların beton kalıplarını yerleştirmişlerdir. Dört yüzde de armağanlar kabul eden, oturan figürler yerleştirilmiştir. Bütün kabartmalar orijinalde boyalıdır. İkinci anıt ise Likya tipi bir lahittir.



Bir de üçüncü mezar var. Ksanthos Obeliski olarak bilinir.



Aslında obeliks değil bir mezardır.



Anıtın asıl ünü dörtbir yanını çevreleyen, toplamda 250 satırdan oluşan ve bilinen en uzun Likya yazıtıdır.



Likya dili çok az anlaşılır bir dildir. Henüz çözülememiştir.

Tiyatro ve ne olduğu anlaşılamamış taş blokları da görebiliyoruz. Yamacın alt kısımlarında lahitleri de...
Ksanthos, ülkedeki tarihi kalıntıların neden yurtdışındaki müzelerde bulunduğunu ve Ksanthosluların kimseye benzemeyen insanlar olduğunu anlamamızı sağlayan bir tarihi anlattığını öğrendiğimiz bir şehir.

Üzerinde bir heykel olduğu biliniyor. Bir kral. Onunla ilgili hikayeler anlatılıyor muhtemelen.


26 Ağustos 2021 Perşembe

Sardes.

Kıyametin 7 kilisesi Anadolu'da. Bunu biliyor muydunuz. Ya da Antik dünyanın 7 harikasını. Onların da ikisi Anadolu'da.
Kıyametin 7 kilisesinden biri Sardes. Bu gün biraz anlatmaya çalışayım.

Önce şunu söylemeliyim. Bahsi geçen kilise, bir kilise binası değil. Cemaat. Eklesia cemaat anlamına geliyor. Bildiğiniz cami-cemaat ilişkisi gibi.
Sardes çok zengin bir kent. Lidya büyük bir uygarlık. Herkes bilir ilk paranın bulunduğu yer olduğunu.
Yani Sardes bir tür WallStreet 😉

Sardes Lidya nın başkenti. Heredot'ın başını çektiği güçlü bir akım, Lidya'dan İtalya daki Etruria'ya bir göç olduğunu belirtir. Modern araştırmalar, Etruria'nın doğudan gelen bir halk tarafından kolonize edildiğini doğruluyor. Tarih MÖ.800 civarı. Bu tarihte henüz Roma kurulmamıştır. Yani Etrüsk uygarlığı yüzyıllarca İtalya daki diğer kültürlerin önünde gider.

Lidya ve başkenti Sardeis( Sardes) kral Gyges ve ardıllarının yönetiminde iyi zamanlar geçirmiştir. Heredot a göre bir iki istisna dışında Lidya geleneklerinin Yunan geleneklerinden pek farkı olmadığını yazar. İstisna Lidyalı kızların çeyiz parası kazanmak amacıyla fahişelik yapmaları ve bu da toplumsal açıdan hiçbir sakınca görmemeleri.

Lidya ve Yunan topraklarında oynanan oyunları Lidyalıların bulduğu söylenir.
Lidyalılara bağlanan en önemli husus sikke darbıdır. ( para basmak 😉) gerçi bazı yerlerde değişim amacıyla metal çubuk ve halkalardan yaralanılmış Yunanca drakhma sözcüğü bir avuç dolusu anlamına gelmiştir. Hatırlayın Bir Avuç Dolar 😂

Ama ağırlığı devlet damgasıyla güvence altına alınan, değerli madenlerden yapılmış gerçek sikke ilk kez Lidya uygarlığında karşımıza çıkıyor
Bu sikkelerde bir yazı bulunmamakta yalnızca Sardes'in kraliyet arması olan aslan başı betimi yer almaktadır. İlk sikkeler altın ve gümüş alaşımı elektrondan yapılmıştır. Deneylerden anlaşılan altın oranı % 36 ile % 53 arasıdır.

Orandaki değişkenlik toplumun güvenini sarmış ve son Lidya kralı Kroisos ( Karun- Krezüs) saf altın ya da saf gümüşten sikke darbına başlamış.

Daha önce Krezüs ten bahsetmiştim. Hatırlarsınız. Lidya'nın son kralı.
O tarafını bırakalım biraz. Amerikalı bir ekip tarafından 1958 yılında başlamış kazılar. Artemis tapınağı en çarpıcı anıttır.

















Pardon bu arada. İlk kazılar yine Amerikalılar tarafından başlanan ve daha eski yıllara dayanan kazılar. 1910-1914 yılları.



30 yıl kadar önce ilk gittiğim zamanlardı, Amerikalı elimde kültür bakanı imzalı bir izin yazısı olduğu halde Amerikalı beni içeri almadı!
Bir kazı alanında -eğer ziyarete açılmış bir yer değilse- söz hakkı kazı başkanına aitmiş. O zaman öğrendim. Ekibi toplayıp oradan ayrıldım.

Bir ülkedeki konsolosluk gibi. Adam seni içeri almıyor. İzin kağıdın olsa bile... Neyse ertesi gün pazardı ve Amerikalı tatil yapıyordu. Ama kazı alanı bekçisi Türk, halime acıyıp beni içeri aldı gizlice. Kamera yasaktı o izinde de. Hepimiz bir oyun içinde, bir birimize çaktırmadan gereken tüm çekimleri yapmıştım. 

Caddenin karşısına geçince dev Gyimnasium karşılıyor. Bir yüzü tümüyle ayağa kaldırmış adamlar.



Görüntü çok heybetli gerçekten.



Gymnasium  bir okul aynı zamanda. Duvarın arkasında bir havuz  bulunuyor. Spor  ve dersler  burada yapılıyor. Hemen sağ önde dünyanın ilk sinagogu bulunuyor.





Sardes 'in kuzey batısında, yaklaşık 10 km kadar mesafede, Lidyalıların nekropolü bulunuyor.



Buradaki tümülüs mezarlar Sardes yolundan  bile gözükmekte.



Üç tümülüs belirgin olarak diğerlerinden büyüktür. Heredot'u en çok etkileyen en büyük tümülüs alyattes'in mezarı olmalıdır. Bir başka gösterişli tümülüs ise, zenginler tarafından yaptırılmıştır. O zenginler, Sardes 'in saygı gören zenginleri, hayat kadınlarıdır. Hatta tümülüsün üzerine taç gibi giydirdikleri bir yazılı stel olduğundan bahsedilir. Tümülüsler başlangıçta 140 kadarmış. Altlarında mezar odaları bulunuyor. Ve ne yazık ki, alışıldığı üzere tümü soyulmuş.

Etrüsk mezarlarına benzediği gözlenen mezar odaları daha iyi incelendiklerinde bizi aydınlatacaklardır...

Not: Etrüskler, Roma 'nın kuruluşu, Romus-Romulus, kurt efsanesi, Roma'yı Türkler mi kurdu.... Bu konuları biraz araştırın. Karşınıza çıkan her şey sizi hayrete düşünecek.

25 Ağustos 2021 Çarşamba

Frigya


Halikarnas Balıkçısı Haziran 1965 yılında dönemin müsteşarı Mukadder Sezgin e bir mektup yazar. Orada, Fransa'da vereceği bir konferansla ilgili düşüncelerini yazar...

Bunu ilk okuduğumda beni çok etkilemiş ve hatta derin bir merak içinde bırakmıştı...

Mektubun bazı bölümlerinden alıntılar yapayım;

Orada vereceğim konferans Batı Anadolu Medeniyetinin Avrupa'ya ve bilhassa Fransa'ya etkisi hakkında olacaktır. Akdenizden söz etmeye başlarım, sonra günümüz medeniyetinin kökü olan exprimentale sciance/ deneysel bilim/ tarihinde, ilk önce nasıl Anadolu'da başladığından söz ederim. Bunlar uydurma şeyler değil. Yani propaganda değil sapsağlam gerçek.

Sonra fennin çeşitli şubelerinin Anadolu da nasıl geliştiğinden. Mesela Hipokrat tan, Galien den ya da tıp medicine'den... Miletli Thales, etc. Lavoisier katındadır. Heraklite günümüzün atomistleri - Heisenberg, Max Planck, Einstein seviyesinde. Bunlar hep Anadolulu. Bunlar ve daha bir çok olaylar, tarih gerçekleridir.

Sonra Hıristiyanlıktan bahsederim. İlk Yedi Kilise Anadolu da kuruldu. Bittabi Marsiglia'yı, Antibes = Antipoles, Agde = Agate daha bir çok Fransız şehirlerini  Anadolu'dan giden Foçalılar kurdular...Zaten tepesindeki Bonnet Phrygien de  Frigyalıdır.
Yani Anadolulu. Revolution  sırasında  Marsilyalılar bu külahla Paris'e gittiler. Elysee sözü de Kızılırmak'tan geliyor.


Frigya bonesi de nedir demeyin.

Bunca lafı niye ettin diyorsunuz elbette. Balıkçı'nın sözlerine ilave yapmak için! 😂

Evet, Marsilyalılar Frigya bonesi ile Paris'e gittiler ama bı bonenin Anadolu da Frigya adlı bir yerde MÖ 750-MÖ 250 yılları arasında kullanıldığından bihaberdi. Tıpkı günümüzde internetten kopamayanların Trojan Horse'u sadece zararlı bir virüs olarak tanımaları gibi...
Oysa o Homeros'un İlyada'sın da adı geçen Truva'nın savaşı kaybetmesine sebep olan bir hile idi...

Ayrıca Paris'in kim olduğunu da..
İngilizcede karışık durumları anlatmak için kullanılan Meander fiilinin Menderes nehrinden geldiğini de bu dili konuşan kaç kişi biliyordur. Aynı fiil Fransızcada var ve meandre olarak kullanılıyor. Ama kim Menderes den geldiğinden haberdar...

Madrid'in orta yerinde bir heykel var. Cibeles heykeli. Yani Anadolu'nun Ana Tanrıçası Kibele... Ya siz biliyor muydunuz?

Zengin birinden bahsederken Karun gibi! deriz. Karun yani Krezüs... Lidya kralı. Derler ki 
Rich like Kroisos. Yani bizim Krezüs 😉

Mesela bir Fransıza Eigenie yi sorun. Aa III. Napolyon'un karısı der. Beylerbeyi Sarayını sor, bilmez. Eugenie 1894 yılında Beylerbeyi Sarayında yaşamıştır.

Uzar gider. Anadolu uygarlığın merkezidir. Tarih ve din bu topraklardan yayılmış, kültürleri etkilemiş.

İsa'nın kefeni... Bilmeyen yoktur. Sacra Sindone. Kefen Torino Müzesinde. İyi de oraya olan uzun yolculuktan haberiniz var mı? Urfa'dan... Eski Edessa kenti yani Urfa kefenin ilk sahibi...

Veni vidi vici... 
Bu sözleri bilmeyen yoktur. Sezar'ın 

geldim gördüm yendim.. 
sözleri. Bunları Tokat'ın Zile ilçesinde söylediğini bilir miydiniz? Zela Savaşında... Hatırlıyorum, bir taşa yazılmış olarak veni, vidi, vici yazısı Zile'de parkta mevcuttu. Sonra ne oldu bilmiyorum. Taşın tarihi bir önemi yok ama bulunduğu yer ve hatırlattığı olay önemliydi.

Sortir de la cuisse de Jupiter 
deyimi var Fransızca da. Jüpiterin bacağından çıkmak! Kendini beğenmişlikle, başkalarından üstün görmekle ilgili. Perge antik kenti tiyatrosunda, scene de bulunan bir kabartmalardan birinde bu mitolojik öykünün resmedilmiş tek hali bulunuyor. Yani o da bu topraklarda...


Batının her şeyi Greklerden aldık uydurmasını boşverin. Anadolu herkese başka bir ders veriyor.

Uzun bir laf kalabalığı oldu. Kafanızı şişirdim. Vakit ayırıp okuyanlara teşekkür ederim. Okumayanlara da en azından katlandıkları için teşekkür ederim. Gününüz iyi geçsin. Hoşçakalın 😊


22 Ağustos 2021 Pazar

Tarsus



Aziz Paulus'un evi ve kutsal kuyusu ile başladım. 

Bu fotoğrafı daha sonraki gidişlerimden çekmiştim. İlk seferinde eski bir küçük ev ve bahçede kuyu vardı. Küçük ev sadece gerçek evin kalıntılarını muhafaza için yapılmıştı. 
Fakat bahçede Kültür bakanlığına ait bir fotoğraf karşıladı beni. Uzun beyaz sakallı bir tarif üzerine Aziz Paulus resmi yapılmış ve ziyaretçileri karşılıyordu. 

Çok garip gelmişti bana. Henüz yüzüklerin efendisi filmi yoktu hatırlıyorum. Ama aziz, Gandalf'a benzeyen biri olarak çizilmişti.

İstanbul' dönünce bilenlerle konuyu konuştum. Fakat o zaman daha Paulus tanınmıyor ve bir ikona falan da yoktu. Ya da var ama tasnif edilmemiş. Bakanlığa yazı yazdım, bu nedir diye. Ama gariptir bilen yok.
Sonra Eusebius' un I. yy' a ait yazdığı bir tarih eseri var. Onda Aziz Paulus'un yaptığı gezilerle ilgili bir bölümde Konya'ya gelişi hikâye ediliyordu. Orada İkonium'a (Konya) Paulus'un geleceğ yazlıydı. İleri gelenler bir çocuğu karşılama için görevlerdiriler. Çocuk nasıl tanıyacağım diye sorunca ona

çopur suratlı, hafif sakalı olan, bir bacağı aksak, kısa boylu bir adam 
diye tarif ediyorlar. Yani aksakallı, uzun saçlı bir adam değil.

Zaten hristiyanlık konusuna, İsa'nın doğumu ile Golgotha tepesinde çarmıha gerildiği M.S. 30 arasına hakimdim. Düşünün ilk kez Aziz Paulus ikonasını bir zaman sonra Antalya Müzesinde gördüm. Yeni Paulus olarak...
Bundan bize ne diyebilirsiniz. Şöyle, yeni bir takım kayıtlara baktım da bu sabah. İnternete, bakanlığın Aziz i önemsemez bir tavırda olduğunu farkettim.
Olabilir, belki de falan demişler Paulus'dan bahsederken
İşin aslı şu. Paulus, Tarsuslu bir Roma vatandaşı. Üstelik eski kayıtlarda -İsa'dan hiç bahis geçmezken-Paulus'dan çok kez bahsedilmiş...
Paulus bu topraklarda önem taşıyor. Çünkü Hristiyanlar onun ayak izlerinde hac ziyareti yapıyorlar. Bu bizim için önemli.

 

Ziyaretin en önemli ayağı Tarsus.

Aslında Paul başta adam toplayıp henüz hristiyanlık yayılmamışken müritlerle sıkı bir mücadele peşinde. Yine birgün Kudüs yolundayken bir ışık parlıyor. Atı üzerindeki Saul( adı henüz Saul) gözünü kamaştıran ışık yüzünden atından düşüyor. Gözleri oğuştururken birden İsa beliriyor. Gördüğüne inanmaz gözlerle bakan Saul o anda karar değiştiriyor ve bir daha hiç bir hristiyana kılıç kaldırmayıp hatta dini yaymak misyonunu üstleniyor. Ve yollara düşüyor. Onun gezileri önemli. Çünkü gezilerden bahseden kaynaklar aynı zamanda bu topraklardan da bahsediyor. 3 büyük gezi yapıyor. 4. gezisi İtalya'ya, Roma'ya. Orada idama çarptırılıyor. İkame peygamber diyebiliriz.



Tarsus'da efsane çok. Paulus' tan sonra Kleopatra' da sıra...Ünlü Kleopatra Kapısı.



Buradan devam etmeden önce bir Paulus ikonu paylaşayım. Ak sakallı Gandalf kılıklı olup olmadığına siz karar verin.



Kleopatra Kapısı şehir girişinde bulunuyor. Bizans döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ, Adana ve Deniz kapıları biliniyordu
Evliya çelebi bu kapı için İskele Kapı adını takmıştır. Tarihin bilinen ilk büyük aşkının kahramanları, Kleopatra ile Marcus Antonius buluşmak üzere Tarsus'a geldiklerinde zamanın limanı olan Gözlü kulede büyük bir törenle karşılanmışlar.





Bu arada sıkılınca Bu fotoğrafa bakın. İhtimalki en güzel Kleopatra Liz Taylor'dur...
İtiraf edeyim ki hâlâ bile içim titrer. Mankiewics'in 1963 yapımı Clepatra filmini bulup izleyin. Ya da Selçuk'da beni bulun.

Kleopatra Deniz Kapısından şehre geldiği söylenir. Bu yüzden Deniz Kapısına Kleopatra adı verilir...Tarsus aslında uzun bir gezi yapmak için uygundur.

Ama biz konuyu uzatmayalım. Eshab-Kehf mağarasından bahsedelim. Yani 7 Uyurlar

Çok sayıda 7 Uyuyanlar - Uyurlar mağarası var. Mesela Efes'de... Ortadoğu'da pek çok yerde.
Hikaye ilgi çekicidir. 300 yıl uyuyan gençler ve mağaranın önünde o süre boyunc onları bekleyen köpekleri Kıtmir'i anlatır. Gençlerin isimlerine internetten bakıverin bir zahmet.

Yemliha ve Tebernuş hatırımda kalan ikisi. Defalarca okudum ama aklımda kalmıyor. Aslı bir Hıristiyan efsanesi. Ancak kurana da girmiş. Galiba Kehf suresi...
Bu arada benim sevimli oğlumun adı da Kıtmir. Dilerseniz bir fotoğrafını paylaşabilirim. Bu hikayeye çok sayıda kaynakta ulaşabilirsiniz. Uzun uzun yazmıyorum.





Roma yolunu unutmayalım. Eski evler vardı bir de ama arşivimde fotoğrafı yok.

20 Ağustos 2021 Cuma

Olimpos

Eudomos Lahiti


Olimpos... Kent Çıralı'nın güneyinde Deliktaş'tan denize inen derenin iki yanında yer alıyor. Şehrin deniz tarafındaki girişinde Kaptan Eudomos'a ait bir lahit bulunuyor. Kaptanın anısına yazılmış olan yazı ne yazık ki define avcıları tarafından parçalanmış. Metin şöyleymiş:

Son limana girdi demirledi çıkmamak üzere
Çünkü ne rüzgardan ne de gün ışığından medet var artık
Işık şafağı terk ettikten sonra Kaptan Eudomos
Oraya gömüldü gün misali kısa demirli gemisi
Kırılmış bir dalga gibi...



Kent M.Ö. 1.yy da deniz kıyısında bir barınma yeri olarak korsanlar tarafından kurulmuş.



Olimpos, korsanların karanlık ama o derece de heyecanlı yaşamlarının sıçrama noktalarından biriymiş



Ancak M.Ö 78 yılında Sevillus tarafından yağmalanmış ve uzun bir sürede kendini toparlayamamış...
Kent Likya Birliği içindeki ayrıcalıklı konumunu ancak Roma döneminde yeniden elde edebilmiş.



MS.3.yy da yeni bir korsan saldırısı kentin ihtişamını ikinci kez yerle bir etmiş. 15. yy da ise kent tüm varlığını yitirmiş...



Olimpos'un inişli çıkışlı geçmişinden geriye kalanlar arasında nekropol, surlar,tiyatro hamamlar ve tapınak sayılabilit sayılabilir
Antik su yolunu da unutmamak lazım.
  




Yaz kış eksik olmayan suyun serinliği rahatsız etmezse, dereyi geçip Bizans Bazilikasına ulaşabilirsiniz.
Ve Olimpos sahili, tatilcilerin gözdesi...
Gezinin sonuna unutmayın ve Yanartaş'ı ekleyin. Biraz tırmanmanız gerekecek ama buna değer.



2500 senedir yanan ateş mitolojiye konu olmuştur. Uzun hikayedir. Merak edenler Bellorofontes ve Khimera efsanesine bir göz atsın..



Gelelim dünya güzeli Phaselis'e

Büyük İskender Asya seferi esnasında Çanakkale Boğazı üzerinden Anadolu'ya geçer. Ege Bölgesini ve Teke yarımadasını Yani Likya yı tarayarak seferine devam eder. Ordunun ilerlemesi esnasında birçok kent İskender e bağlılıklarını sunmak ve davet etmek için elçiler gönderirler
Ancak o, parfümeri ve gemi yapımında kullanılan kerestesi ve gülyağı ile nütün Ege ve Akdenizde ünlü bir kent olan Phaselis i tercih eder. Hatta M.Ö. 333 kışını burada geçirir. Şöyle de bir hikaye anlatılır...

Olağanüstü güzellikteki kentin üç limanı düzgün caddeleri, tiyatrosu, meydanları vardı.
Kış olmasına rağmen her yerde güller açmıştı. Kent yöneticisi evini İskender e bırakmak istedi. Ancak o küçük bir bölümüne yerleşti. Subaylar ve bazı askerleri halk konuk etti. Diğerleri için de kamp kuruldu. 

İskender ilk olarak Athena tapınağını ziyaret etti.
Tapınakta ünlü kahraman Akhilleus'un dışbudak ağacından yapılmış kırık mızrağı korunuyordu. İskender büyük bir heyecanla mızrağa dokundu...

Daha sonra ziyaret ettiği Herakles tapınağında kurban kestirdi. Güzel bir akşam yemeğinden sonra, biraz da çakırkeyf çıktığı gezinti sırasında , Phaselisli Throdectes'in kent meydanına dikilmiş heykelini gördü. Beraberindekilerin başlarından çelenkerini alarak heykelin önüne attı. Bu İskenderin felsefeye ve filozofa olan saygısının içten bir göstergesiydi.





Olimpos'u anlatırken tahta (ahşap yerine öyle diyorlar, bence de hoş) evlerden bahsetmeyi unuttum. Olimpos'un tahta evleri dünyaca ünlü. Tatilcilerin çokca tercih ettikleri bu yapılar gençler arasında çok revaçta... Farklı bir macera denemek isteyenler içinde bire bir.



Rodoslular tarafından kurulan kent üç limanı olan bir merkez







Üçlimanın varlığı şehrin ne kadar önemli bir ticaret merkezi olduğunu gösteriyor.



Şahane bir kent Phaselis. Akdeniz havzasında kötü bir ünleri varmış çünkü limana demirleyen her gemiden vergi alıyorlarmış. Tekne ile gideceklere duyururum. Artık vergi yok