20 Ekim 2023 Cuma

Bugün 20 Ekim, Cuma





Yeni yolları sevmiyorum. Tabi ki onların etrafı da imara açılacak pek kısa zamanda. Oralar da kalabalık olacak. Ama ileriki zamanlarda bizim 25 ile 45 yaşlarımıza denk gelen dönemlerimizde ki gibi bir sosyal yaşam olmayacak. En kabadayısından biçimsiz apartmanlarla dolacak etraf. Merakla beklediğim tek bir yol var. Ankara'dan çıkınca Kulu makasından Konya yönüne ayrılınca, yaklaşık 150 km. lik otoyol. Dünyanın en sıkıcı yolu. Görmemiş olanlar için söyleyeyim. Google haritadan bir baksınlar. Anlamsız düz bir çizgi görecekler. Ömrümü kısaltacak kadar sinir bozucu bir yol. Hadi Kulu enteresan bir yer. Bazen Olof Palme bisikletiyle şurada karşıma çıkacak diye düşündüğüm, Küçük İsveç benzeri bir yerleşim. O İsveç de gördüğümüz çatılarla her an karşılaşacağımızı bilmek güzel. Ama sonra her şey bitiyor. Koca ova, görüş mesafesi çok uzun. Ama ne bir ağaç görüyorsunuz, ne bir tepe. Bozkırın ortasında saatlerce sürdüğünü sandığım bir yol. Afakanlar basar bana her seferinde. Hiç bitmez o yol. Ne bir viraj, ne de bir yeşillik. Görmeye meraklıysanız arada bir yerlerde, rüzgarın kaldırdığı bir hortum izleyebilirsiniz. Hani şu Amerika da gördüğümüz arabaların ya da sığırların havada uçtuğu hortumlar gibi değil. O kadar kötü ki hayal bile görmeye engel oluyor. Ama bak şimdi beni harekete geçirdin. Yakında bir zaman içinde bir iki yol hikayesi karalıyayım.

Mırra..
Kahve severler kusuruma bakmasın. Neredeyse 50 yaşıma kadar hemen hemen içmedim kahveyi. Çok fazla çay tüketen biriydim ama kahve bana hep uzaktı. Hep anlatırlardı. Sigaranın yanında bir kahve içmek harika oluyor derlerdi. Nedense kahveye bir türlü alışamamıştım. Sevememiştim de...

Doksanların ortalarında TRT de yayınlanan bir aktüel belgesel çekmeye başlamıştım. Bu sebeple doğuya gittiğim bir yaz boyunca pek çok yeni şey öğrendim, yaşadım. Yeni dostlar, yeni yüzler, yeni insanlar...

Yeni maceralar, kadim kentler, eski bir tarih, değişik bir coğrafya, değişik lezzetler... Son yıllarda çok mecrada izlemeye alıştığımız türe hiç yaklaşmayan bir nazarla baktığım için olacak- eleştirdiğim için değil, tamamen başka bir dünya kurduğum için kendime- yemekten falan bahsetmeyeceğim. Daha önceden adını duyduğum ama tanımadığım, aynı dönemde bulunduğumuzu sandığım bir günde aslında çok farklı zamanları yaşadığımız bir kentte yaşadığımı paylaşacağım sizlerle...

Şimdilerde sanıyorum Harran Üniversitesine ait bir otele dönüşmüş olan eski bir konukevinde ekibim ve Urfalı ileri gelen dostlarla buluşmuş, akşam yemeğimizi yiyorduk. Neşeli bir akşam idi. Yemeğin sonunda garsonlar bir ikramda bulunacaklarını söyleyip uzaklaştı. Merakla bekliyorduk. Altında bir tabağı olmayan fincanlar geldi. Ardından ellerinde gümüş bir kupa ile servis ettikleri -başta kahve olduğunu sandığım bir sıvı ile,- geldiler. Sıcak, koyu renkli bir şey fincanlara dolduruldu. Konunun cahiliyim. Tabi önce bana anlattılar Mırranın ne olduğunu. Gelenek olduğunu, geri çevrilmesinin zinhar olamayacağını falan. Biraz acı olduğunu ama harika olduğunu ballandıra ballandıra anlattılar. E tabi gelenek madem kahve türü bir şey sevmem diyemedim. Çaresiz …

Altmışıma kadar her gün 50-60 fincan çay içerdim. Artık o alışkanlığımı kaybettim. 5-10 fincan. O da belki. Çaya beklerim ama...

Alışkanlıklara, geleneklere falan takılmamak lazım. Mesela Efes de bir amfora dolusu şaraba yarısına kadar bal karıştırırlarmış. Gelenek diye hiç denemedim !

Bu gün 20 Ekim, Cuma...
Kentlerle ilgili bir şeyler yazarım demiştim sizlere. Fakat anımsadığım çok şey doğrudan kimseyi ilgilendirmez diye düşündüm. Sanki çok eskilerde kalmış gibi her şey. Üstelik benim gördüklerim, başımdan geçen, kendi gezdiğim, sadece benim gözümden, benim sevdiğim ağırlıklı olarak antik şehirler falan. Dahası son günlerde bir takım haberlere şahit olunca niye benim anlattığım bazı kentler şimdiye ait değil. Mesela Efes antik kentinde yamaç evler ilk geldiğimde daha kazılmamıştı. İlk kazılar başlandığında ona şahit olmuştum. Aradan geçen yıllar boyunca bir yığın yapı ortaya çıktı. Sadece burada değil, mesela Laodikya' da henüz görülecek bir tek eser yoktu. Sonra iki tiyatronun bulunduğu ilk anlara şahit oldum. Magnezia' da, Philadelphia' da, Hasankeyf' de ...

Uzar gider. İstanbul-İzmir otobanı yoktu bile. İzmit körfezi arabalı vapurla aşılırdı. Pek çok yerde havaalanı yoktu. Yine pek çok yol henüz yapılmamıştı. Geçin onu, tasarlanmamıştı bile. Güzelim Mardin dev bir kayanın üzerinde oturan bir kentti. Ovada bir kaç baraka vardı. Van gölü etrafı boştu. Trabzon içindeki yolu hiç sormayın. O rezil dolgu yapılmamıştı. Ortakent' de daha 2 yapı vardı. Kasaba bomboştu. Akseki den geçtiğimde buraya niye yerleşmiş bu insanlar diye çok düşünmüş ve bir cevap bulamamıştım. Kleopatra ıle Antonius Tarsus a niye gelmişti diye sormuştum.

Şimdi şimdi anlıyorum. Herkes kendi başına bir devri, bir dönemi yaşıyor. Kendi gördükleri ile içinde bulundukları yaşıyorlar. Her biri farklı bir hayat yaşıyor, olayları farklı görüyor. Her biri bir diğerinden farklı, biricik insancıklar. Efes de yaşayanlar gibi. Zengin bir liman kentinde yaşayan insanlar gibi...

Yaşadılar ve dönemleri kapandı. Liman da öyle. Zamanında yolun karşı tarafındaki Artemission' u bir zincirle bağlamışlar liman tarafına. Şimdi yolun karşı yönüne yürüyerek geçtiğinizde şıp diye ulaşabildiğiniz bir yerde. Artemission' da devrini tamamlamış ve kazıldığında bulunabildiği haliyle şimdi bizim gözümüz önünde. Ki ortada gördüğümüz bir sütun mevcut. Bulunan kalıntılardan üst üste konmak suretiyle yapılmış.

Benim dönemim geçti. Yine de ben hatırladığım bir sürü karmakarışık anıyla kafanızı şişirmeyi sürdüreceğim.

Güzel söyledin. Herkes kendi kişisel tarihini yaşıyor. Nerede olduğu çok önemli değil. Soljenitsin İvan Denisoviç'in hayatında bir gün kitabında yazıyordu. Denisoviç sıradan bir mahkumdu bilirsin. Ama yazar dışarı çıkıp sigarasını yaktığı bir anı anlatırdı kahramanın. Cebinden sigarasını çıkardığını ve yaktığını. Kibritlerin tek tek kutudan çıkışı, sigaradan çektiği ilk duman... Çok uzun yıllar etkisinde kaldığım bir sahneydi. Aslında olay sadece şu kadardı. 

Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı 
dese yetecekti. Ama yazar o anı acayip bir betimlemeyle anlatmıştı.

Share:

Related Posts: