13 Nisan 2016 Çarşamba

Sarıyer Sinemaları

Sarıyer


Yıl 1966, küçük bir çocuktum. İstanbul'un nüfusu 1 milyon 790 bin kişi...

Doğup büyüdüğüm Sarıyer'de dört sinema vardı. Bu gün bildiğim kadarıyla hiç yok! İkisi yazlık sinemaydı...
Sarıyer'de doktor, Kazancıyan' dı, Manol tuhafiyeci, Agop ayakkabıcı.. Nalburun adı Nişan. Komşularımız Pembe Madam, Kırmızı Madam, şişman olmasına rağmen biz cılız mahalle çocuklarından çok daha kıvrak çalımlar atan Kokor... 

Güzel insanlar yaşardı.. Güzel, güler yüzlü ve iyi insanlar. Piyasaya çıkılır, Büyükdere' ye kadar yürünürdü. O iyi insanlar, Türkler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler bir biriyle selamlaşarak caddeyi bir kaç kez boydan boya yürürlerdi...

Büyükdere vapur iskelesindeki dondurmacıya gitmek mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ritüeldi..Şimdi dondurmacının çocukları Sarıyer'de küçük bir dükkanda o günleri yaşatmaya çalışıyor (olmuyor ya yine de ellerine sağlık).. Caminin arkasındaki balıkçılar, eski lisenin önünden Rus sefaretine kadar büyük bir dalyan, dalyandaki direklerin tepesinde -o küçücük yerde durabilmeyi hala nasıl becerdiklerine şaşırdığım- gözcüler, her tür balığın neredeyse bedavaya satıldığı tezgahlar, motorlar... 
Küçük fakat renkli bir hayat. Koçlar, Sabancılar gelmiş sahildeki yalılara yerleşmiş çoktan, artık yerli halktan sayılıyorlar.. Ama çoğu orta halli hatta fakir bir halkı var Sarıyer'in.. Ve gülen yüzleri var her şeye rağmen.. Yazlık sinemada Türk filmi izlerken, Kocataş gazozu şişeleri en arkadan öne doğru yuvarlanırken çekirdek çitlenirdi mutlaka.. Tam ne döndüğünü anlamadığım işaretlerle genç kız ve oğlanlar birbirine göz kırpar... Ailenin kadınları perdedeki, şimdiki neslin dalga geçtiği saf aşklar yüzünden gözyaşı dökerken; babalar ve abiler filmdeki kötü adama gerçekten diş bilerdi...

Öpüşme sahnelerinde arkalarda bir yerlerden duyulan iç geçirmeler bıçkın abilerden birinin huoop aile varrr narasıyla yerini gülüşmelere bırakıverirdi...Bir sahnede arkasından sinsice yaklaşan kötü adamı kahramana haber vermek için 

arkanda ulan arkanda! 
diye bağıran küçük bir çocuk ...Köyden gelen kızın başına gelenler, erkek oyuncunun sarhoş bir serseriden önemli bir adama dönüşmesi, belalar, entrikalar ama çoğu iyi insanlar etrafında dönen naif hikayelerin sonunda hep mutlu olunması durumuna gerçekten böyle bir hayat varmışcasına inanırdı insanlar. Gazoz şişesi beton zemin üzerinde, tahta iskemlelerin arasından yuvarlanmaya devam ederken... Çok uzun hikaye aslında...

Sonu berbat, çok uzun bir hikaye..
Neler yaptılar o güzel insanlara..
Nereye gittiler.. Top oynarken terimi silen Pembe madam nereye gitti..

O koca Batumlu Şevket amca nereye gitti.. Saçları düzelsin diye kafasına kadın çorabı geçiren Akif abi nereye gitti.. O birbirine bağlı, saf, iyi insanlar nereye gitti..
Ne oldu da bu ülke bunca saflığı yok etti..

Nasıl oldu...
Hiç anlayamadım büyürken, büyüyünce, şimdi yaşlılığa adım atan bir adam olarak .. Hiç anlayamadım !
Ne olduysa, çocukluk günlerimin yerli filmlerinde çoğu nedamet getiren ya da sonunda cezasını çeken kötü adamlardan daha kötü adamlarla doldu ortalık...

Nasıl o insanlardan bu güne geldik ?

Tecavüzcüler, sapıklar, hırsızlar, hainler... Tuhaf kılıklı adamlar, neden yaptığını hiç bilmedikleri halde daha da tuhaf kıyafetleriyle genç kızlar, tek tip oğlanlar...

Kötülük, ispiyonculuk, yağmacılık... Tanınmaz hale geldi o güzelim insanlar... Yazık oldu güzelim ülkeye, o güzelim insanlara...


Senin derdin ne diyorlar..
Hiç..

Benim istediğim sadece ve sadece bir gazoz şişesini gaz yağı ve talaşla yıkanan beton zemin üzerindeki tahta iskemlelerin arasından yuvarlamak...


Share:

Related Posts: